Donald Trump’ın Ocak 2025’te ikinci kez ABD Başkanı olarak göreve başlaması, küresel siyasette köklü değişimlerin habercisi oldu. Seçim kampanyasında Rusya-Ukrayna Savaşı’nı 24 saatte bitireceğini ve Gazze’deki İsrail-Filistin çatışmalarına ateşkesle son vereceğini vadeden Trump, 4 aylık görev süresinde bu sözlerini yerine getiremedi. Üstelik, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski’nin Beyaz Saray’da Trump ve yardımcısı tarafından kameralar önünde aşağılandığı skandal, barış beklentisi içindeki uluslararası toplumu hayal kırıklığına uğrattı. Trump’ın Mayıs 2025’te gerçekleştirdiği Ortadoğu gezisi, onun dış politika yaklaşımını ve küresel güvenlik dinamiklerine etkisini daha net bir şekilde ortaya koydu. Bu gezi, aynı zamanda Türkiye’nin Avrupa güvenlik stratejilerindeki yükselen rolünü vurgulayan bir fırsat yarattı.
Trump’ın Ortadoğu Gezisi: İş Odaklı Diplomasi ve Jeopolitik Sarsıntılar
Trump, 13-16 Mayıs 2025 tarihlerinde Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni (BAE) kapsayan dört günlük bir Ortadoğu turuna çıktı. Bu gezi, Trump’ın ikinci döneminin ilk büyük uluslararası ziyareti olarak dikkat çekti ve onun “Önce Amerika” felsefesini yansıtan iş odaklı bir diplomasi anlayışını sergiledi. Gezi boyunca Trump, milyarlarca dolarlık yatırım ve ticaret anlaşmaları imzaladı. Örneğin, Suudi Arabistan’dan 600 milyar dolarlık yatırım taahhüdü, Katar’dan 160 Boeing uçağı için 200 milyar dolarlık anlaşma ve BAE ile yapay zeka odaklı veri merkezi projeleri, gezinin ekonomik boyutunu öne çıkardı. Trump, bu anlaşmaları “tarihi” olarak nitelendirerek, Ortadoğu’yu “kaosla değil, ticaretle” tanımlanacak bir bölge olarak yeniden şekillendirme vizyonunu savundu.
Ancak gezinin jeopolitik yansımaları, ekonomik anlaşmaların ötesine geçti. Trump, Suriye politikasında çarpıcı bir değişikliğe giderek, Beşar Esad rejiminin çöküşünün ardından yeni lider Ahmet el-Şara ile Riyad’da bir araya geldi ve Suriye’ye uygulanan ABD yaptırımlarını kaldırma kararı aldı. Bu karar, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın teşvikiyle alındı ve Suriye’nin bölgesel istikrar için kritik bir konumda olduğunu gösterdi. Ayrıca, Trump’ın İran’la nükleer müzakerelerde ilerleme sinyali vermesi ve Tahran’a askeri müdahale tehdidinde bulunması, bölgedeki gerilimi artırdı.
Trump’ın gezisinde dikkat çeken bir diğer nokta, İsrail’i ziyaret etmemesi oldu. Gazze’de devam eden çatışmalar ve İsrail’in ablukası nedeniyle insani kriz derinleşirken, Trump’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya mesafeli durması ve Gazze’yi “özgürlük bölgesi” olarak geliştirme önerisi, İsrail’de endişe yarattı. Trump, Gazze’deki insani duruma dikkat çekerek, “Birçok insan açlık çekiyor, her iki tarafı da düşünmeliyiz” dedi, ancak somut bir ateşkes planı sunmadı. Bu durum, Trump’ın geleneksel ABD-İsrail ittifakını yeniden değerlendirdiğini ve Arap devletleriyle daha yakın bir ilişki kurmayı tercih ettiğini gösterdi.
Trump’ın gezisi, aynı zamanda onun aile şirketi Trump Organization’ın bölgedeki iş bağlantılarını da gündeme getirdi. Suudi Arabistan, Katar ve BAE’de lüks otel, golf tesisi ve kripto para projeleri gibi yatırımları bulunan Trump ailesinin, bu ülkelerle yapılan anlaşmalardan kişisel çıkar sağladığına dair eleştiriler yükseldi. Özellikle Katar’ın Trump’a yeni bir Air Force One uçağı hediye etme önerisi, ABD Anayasası’nın “yabancı hediye yasağı” maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle tartışma yarattı.
Trump’ın Politikaları ve Avrupa’nın Güvenlik Endişeleri
Trump’ın değişken dış politikası ve “Önce Amerika” yaklaşımı, Avrupa ülkelerini güvenlik stratejilerini yeniden gözden geçirmeye zorladı. Trump, Avrupa’nın savunma harcamalarını yetersiz bulduğunu ve ABD’nin Avrupa’nın savunma yükünü taşımak zorunda olmadığını defalarca vurguladı. Ortadoğu gezisinde de bu tutumunu sürdürerek, NATO’nun Avrupa’daki rolünü sorguladı ve Avrupa Birliği (AB) ülkelerine kendi savunma kapasitelerini artırma çağrısı yaptı. Bu söylemler, İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD’nin liderliğinde şekillenen güvenlik düzeninin sürdürülemez hale geldiğini gösterdi.
AB ülkelerinin çoğu, savunma bütçelerini artırmakta zorlanıyor ve yeterli askeri kapasiteye sahip değil. Trump’ın Çin’e ek gümrük vergileri uygulama planları, Kanada’yı “ABD’nin 51. eyaleti” yapma söylemleri ve Meksika ile Kolombiya gibi ülkeler başta olmak üzere tüm dünyaya yönelik ekonomik yaptırımları, küresel ticaret ve diplomasi kurallarını hiçe sayabileceğini kanıtladı. Bu durum, Avrupa’yı ortak bir savunma politikası ve Avrupa ordusu fikrine yöneltti. Ancak, böyle bir ordunun kurulması, hem finansal hem de siyasi açıdan karmaşık bir süreç gerektiriyor.
Türkiye’nin Stratejik Önemi ve Fırsatlar
Bu belirsizlik ortamında Türkiye, NATO’nun en büyük ikinci ordusuna sahip olması, savunma sanayinde son yıllarda kaydettiği ilerlemeler ve sahada kazandığı deneyimle öne çıkıyor. PKK, YPG ve Suriye eksenindeki çatışmalar, Türkiye’nin hem teorik hem pratik alanda hareket kabiliyetini artırdı. Türk savunma sanayii, insansız hava araçları (İHA), zırhlı araçlar ve füze sistemleri gibi alanlarda küresel bir aktör haline geldi. Bu kapasite, Türkiye’yi AB’nin güvenlik stratejilerinde vazgeçilmez bir ortak haline getiriyor.
Trump’ın Ortadoğu gezisi, Türkiye’nin bölgesel rolünü de dolaylı olarak etkiledi. Örneğin, Suriye’deki yaptırımların kaldırılması ve Ahmet el-Şara ile yapılan görüşmeler, Türkiye’nin Suriye politikasıyla uyumlu bir zemin yarattı. Türkiye, yıllardır Suriye’deki istikrarın sağlanması için çaba gösteriyor ve bu yeni dönemde Şara ile diyalog kurma fırsatını değerlendirebilir. Ayrıca, Trump’ın Gazze konusundaki önerileri ve İsrail’e mesafeli duruşu, Türkiye’nin Filistin meselesindeki arabuluculuk rolünü güçlendirebilir.
Türkiye’nin dış politikası için bu kriz ortamı, tarihi bir fırsat sunuyor. Yıllardır AB üyeliği için bekletilen ve “öteki” konumuna itilen Türkiye, mevcut konjonktürde AB ile ilişkilerini yeniden tanımlama şansına sahip. AB’nin ortak bir savunma gücü kurma zorunluluğu, Türkiye’nin askeri kapasitesini ve stratejik konumunu öne çıkarıyor. Türk vatandaşlarına vize serbestisi ve AB üyeliği gibi uzun vadeli hedefler, bu süreçte daha ulaşılabilir hale gelebilir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde Türkiye, ABD ve Rusya gibi süper güçlerle kurduğu dengeli ilişkilerle avantajlı bir konumda. Erdoğan’ın Trump ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile geliştirdiği kişisel diyalog, Türkiye’yi bölgesel ve küresel diplomaside kilit bir aktör haline getiriyor. Örneğin, Trump’ın Rusya-Ukrayna barış görüşmeleri için Türkiye’yi bir arabulucu olarak görmesi, Ankara’nın uluslararası alandaki etkisini artırabilir.
Sonuç Yerine
Trump’ın ikinci dönemi ve Ortadoğu gezisi, küresel güç dengelerinde önemli değişimlere yol açtı. Onun iş odaklı diplomasisi, yaptırımların kaldırılması gibi cesur adımları ve İsrail’e mesafeli tutumu, Ortadoğu’da yeni bir düzenin sinyallerini verdi. Ancak bu değişimler, Avrupa’yı kendi savunma stratejilerini oluşturmaya zorlarken, Türkiye’yi güvenlik mimarisinde merkezi bir konuma taşıdı. Türkiye, savunma sanayindeki atılımları, NATO’daki kritik rolü ve bölgesel deneyimleriyle, AB’nin ortak savunma politikalarında vazgeçilmez bir ortak olabilir.
Bu dönemde Türkiye’nin dış politikası, rüzgârın doğru estiği bir fırsat penceresinden yararlanabilir. AB ile ilişkilerin güçlendirilmesi, vize serbestisi ve nihayetinde üyelik gibi hedefler, stratejik bir diplomasiyle gerçeğe dönüşebilir. Erdoğan’ın liderliğinde Türkiye, süper güçler arasındaki dengeyi koruyarak ve bölgesel krizlerde yapıcı bir rol oynayarak, küresel sahnede daha güçlü bir pozisyon elde edebilir. Trump’ın öngörülemez politikaları ve Ortadoğu’daki yeni dinamikler, Türkiye’nin bu tarihi fırsatı değerlendirmesi için ideal bir zemin sunuyor.