Bahadır Gönül
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. AK Parti Dönemi Türk Dış Politikası’na Genel Bir Bakış (2002-2025)

AK Parti Dönemi Türk Dış Politikası’na Genel Bir Bakış (2002-2025)

featured

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) 2002 yılında iktidara gelmesi, Türkiye’nin dış politikasında önemli bir dönüşüm sürecini başlatmıştır. AK Parti’nin dış politika vizyonu, başlangıçta ideolojik temellerle şekillenmiş, ancak zamanla pragmatik ve realist unsurlarla zenginleşmiştir. Bu dönemde, Türkiye’nin dış politikası, tarihsel mirası, jeopolitik konumu ve iç politik dinamikleriyle şekillenmiş; bölgesel ve küresel düzeyde çok boyutlu bir yaklaşım benimsenmiştir. AK Parti’nin dış politikası, “komşularla sıfır sorun” gibi idealist ilkelerle başlamış, ancak bölgesel çatışmalar, küresel güç rekabetleri ve iç politik gelişmelerle birlikte daha esnek ve pragmatik bir çizgiye evrilmiştir. Özellikle Suriye’de 2024 sonunda Beşar Esad’ın devrilmesi ve Ahmed eş-Şara’nın liderliğinde yeni bir geçiş hükümetinin kurulması, Türkiye’nin bölgesel etkisini ve dış politika kapasitesini ortaya koyan önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu makalemizde, AK Parti dönemi Türk dış politikasını tarihsel bağlamı, ana ilkeleri, bölgesel ve küresel politikaları, temel dönüm noktaları, karşılaşılan zorluklar ve Suriye’deki son gelişmelerde Türkiye’nin rolü çerçevesinde ele almaya çalışacağız.


AK Parti’nin dış politikası, 2002 yılında iktidara geldiğinde, Cumhuriyetin geleneksel dış politika anlayışına yeni bir soluk getirme hedefiyle şekillenmiştir. Soğuk Savaş sonrası dönemde, Türkiye’nin Batı merkezli dış politikası, NATO üyeliği ve Avrupa Birliği (AB) adaylık süreciyle tanımlanırken, AK Parti bu çerçeveyi genişletmeyi amaçlamıştır. Partinin dış politika vizyonu, özellikle Dışişleri Bakanı ve daha sonra Başbakan olan Ahmet Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” doktrini etrafında şekillenmiştir. Bu doktrin, Türkiye’nin Osmanlı mirasından kaynaklanan tarihsel ve kültürel bağlarını kullanarak bölgesel bir güç merkezi haline gelmesini öngörmüştür. Stratejik Derinlik, Türkiye’nin coğrafi konumu, tarihsel derinliği ve kültürel çeşitliliğini birleştirerek, çok yönlü bir dış politika izlemesini savunmuştur. Bu bağlamda, Türkiye’nin yalnızca Batı ile değil, Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya ve Afrika gibi bölgelerle de aktif ilişkiler geliştirmesi gerektiği vurgulanmıştır.


AK Parti’nin ilk döneminde (2002-2010), dış politika, “komşularla sıfır sorun” ilkesi etrafında şekillenmiştir. Bu ilke, komşu ülkelerle tarihsel anlaşmazlıkları çözerek ekonomik, siyasi ve kültürel işbirliğini artırmayı hedeflemiştir. Bu dönemde, Türkiye’nin komşularıyla ilişkilerinde önemli adımlar atılmıştır. Örneğin, Suriye ile ilişkiler, 1998’deki Adana Mutabakatı’nın ardından ciddi bir iyileşme göstermiş, vizesiz seyahat anlaşmaları ve ekonomik işbirliği projeleriyle desteklenmiştir. Irak’la ilişkiler, özellikle Kuzey Irak’taki Kürt Bölgesel Yönetimi (KBY) ile geliştirilen ekonomik bağlarla güçlendirilmiştir. Yunanistan ile ilişkilerde, 1999’daki deprem diplomasisinin mirası üzerine inşa edilen bir yumuşama süreci devam etmiştir. Ayrıca, Ermenistan’la 2009’da imzalanan Zürih Protokolleri, iki ülke arasında normalleşme çabalarının bir göstergesi olmuştur ancak bu süreç Azerbaycan’ın tepkisi ve iç politik dinamikler nedeniyle ilerlememiştir.
Bu dönemde, Türkiye’nin AB üyelik süreci de dış politikanın önemli bir ekseni olmuştur. AK Parti, 2002-2005 yılları arasında reformist bir gündemle AB üyeliğine yönelik kararlı adımlar atmıştır. 2005 yılında tam üyelik müzakerelerinin başlaması, bu dönemin en önemli başarılarından biri olarak değerlendirilebilir. Ancak, müzakerelerdeki ilerleme, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin vetoları, bazı AB ülkelerinin Türkiye’ye yönelik önyargıları ve iç politik tartışmalar nedeniyle zamanla yavaşlamıştır. Yine de, AK Parti’nin ilk yıllarında AB süreci, dış politikada modernleşme ve demokratikleşme hedeflerinin bir sembolü olarak kullanılmıştır.


2010’lu yıllar, AK Parti’nin dış politikasında önemli bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Arap Baharı, bu dönemde Türk dış politikasını derinden etkileyen en önemli bölgesel gelişme olmuştur. Türkiye, başlangıçta Arap Baharı’nı demokratikleşme dalgası olarak desteklemiş ve özellikle Mısır, Tunus ve Libya’daki hareketlere olumlu yaklaşmıştır. Ancak, bu süreçte Türkiye’nin dış politikası, idealist söylemlerden pragmatik ve güvenlik odaklı bir çizgiye kaymaya başlamıştır. Özellikle Suriye’deki iç savaş, Türk dış politikasını derinden etkilemiştir. Türkiye, Esad rejimine karşı muhalif grupları desteklemiş, ancak savaşın uzaması, mülteci krizi ve IŞİD gibi terör örgütlerinin ortaya çıkması, Türkiye’yi hem bölgesel hem de iç güvenlik açısından zorlu bir konuma sürüklemiştir. 2015’ten itibaren Suriye’de Rusya ve İran gibi aktörlerin artan etkisi, Türkiye’nin politikalarını yeniden değerlendirmesine neden olmuştur. Astana Süreci (2017) ve Soçi Mutabakatı (2018), Türkiye’nin Rusya ile işbirliğini artırarak Suriye’deki pozisyonunu koruma çabasını yansıtmaktadır.


Suriye’de 2024 sonunda Beşar Esad’ın devrilmesi ve Ahmed eş-Şara’nın liderliğinde yeni bir geçiş hükümetinin kurulması, Türkiye’nin Suriye politikasında önemli bir başarı olarak değerlendirilebilir. Esad rejiminin çöküşü, 27 Kasım 2024’te Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) liderliğinde başlayan ve Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu’nun (SMO) katılımıyla gerçekleşen operasyonunun sonucunda gerçekleşmiştir. Bu operasyon, Halep, Hama, Humus ve nihayetinde Şam’ın muhalif güçler tarafından ele geçirilmesiyle sonuçlanmış, Esad ise 8 Aralık 2024’te Rusya’ya sığınmıştır. Türkiye, bu süreçte hem askeri hem de diplomatik açıdan kritik bir rol oynamıştır. Suriye Milli Ordusu’na sağlanan lojistik ve eğitim desteği, muhalif güçlerin hızlı ilerleyişinde belirleyici olmuştur. Ayrıca, Türkiye’nin HTŞ üzerindeki etkisi, Ahmed eş-Şara’nın liderliğinin diğer muhalif gruplar tarafından kabul edilmesini kolaylaştırmıştır.


Ahmed eş-Şara’nın 29 Ocak 2025’te Suriye’nin geçiş dönemi devlet başkanı olarak atanması, Türkiye’nin Suriye’deki yeni siyasi düzenin şekillenmesindeki etkisini göstermiştir. Eş-Şara’nın ilk yurt dışı ziyaretlerinden birini 4 Şubat 2025’te Türkiye’ye gerçekleştirmesi, iki ülke arasındaki stratejik işbirliğinin derinleştiğini ortaya koymuştur. Bu ziyarette, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye’nin yeniden inşası, ekonomik toparlanma ve güvenlik işbirliği gibi konularda Türkiye’nin destek vermeye hazır olduğunu vurgulamıştır. Eş-Şara ise, Türkiye ile ilişkileri derin bir stratejik işbirliğine dönüştürme arzusunda olduklarını belirtmiş, özellikle terörle mücadele ve mülteci geri dönüşleri konularında ortak adımlar atılacağını ifade etmiştir. Türkiye’nin bu süreçteki diplomatik girişimleri, Suudi Arabistan gibi diğer bölgesel aktörleri de yeni Suriye yönetimine destek vermeye ikna etmede etkili olmuştur.


Türkiye’nin Suriye’deki rolü, yalnızca askeri ve diplomatik destekle sınırlı kalmamış, aynı zamanda insani ve ekonomik boyutlarıyla da dikkat çekmiştir. Türkiye, Suriye iç savaşı boyunca milyonlarca mülteciye ev sahipliği yaparak bölgesel istikrarın korunmasında önemli bir sorumluluk üstlenmiştir. Eş-Şara’nın liderliğinde Suriye’nin ekonomik kalkınmasının hızlanması, gönüllü mülteci geri dönüşlerini artırma potansiyeline sahiptir. Türkiye, bu bağlamda, Suriye’nin harap olmuş altyapısının yeniden inşası için teknik ve maddi destek sağlamayı taahhüt etmiştir. Ayrıca, Türkiye’nin Suriye’deki terör unsurları (özellikle SDG/YPG) konusundaki hassasiyetleri, eş-Şara ile yapılan görüşmelerde ele alınmış, bu konuda ortak bir strateji geliştirilmesi için adımlar atılmıştır.


AK Parti’nin dış politikasında bir diğer önemli eksen, küresel güçlerle ilişkilerdir. ABD ile ilişkiler, bu dönemde inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir. 2003’teki Irak Savaşı sırasında Türkiye’nin tezkereyi reddetmesi, iki ülke arasında bir güven krizi yaratmış, ancak NATO çerçevesindeki işbirliği devam etmiştir. Obama döneminde, Türkiye’nin “model ortaklık” olarak tanımlanması, ilişkilerde bir iyileşme sağlamış, ancak 2016’daki FETÖ darbe girişimi ve ABD’nin Suriye’de terör örgütü YPG’ye destek vermesi, ilişkileri ciddi şekilde germiştir. 2019’da Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemlerini alması, ABD ile ilişkilerde bir kırılma noktası oluşturmuş ve Türkiye’nin F-35 programından çıkarılmasına yol açmıştır. Buna rağmen, Türkiye, NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip bir ülke olarak, ittifak içindeki stratejik önemini korumuştur. Suriye’deki son gelişmelerde, ABD’nin eş-Şara liderliğindeki yeni yönetimi tanıma sürecinde Türkiye’nin arabuluculuk rolü, iki ülke arasında yeni bir işbirliği alanı yaratmıştır.


Rusya ile ilişkiler, AK Parti döneminde dalgalı bir seyir izlemiştir. 2000’li yıllarda ekonomik işbirliği, özellikle enerji alanında (Mavi Akım ve Türk Akım projeleri), iki ülke arasındaki bağları güçlendirmiştir. Ancak, 2015’te bir Türk jetinin Rus uçağını düşürmesi, ilişkilerde ciddi bir krize neden olmuştur. Bu kriz, Türkiye’nin özür mektubu ve ekonomik-diplomatik adımlarla aşılmış, 2016’dan itibaren iki ülke arasında pragmatik bir işbirliği gelişmiştir. Suriye’deki Astana Süreci ve Türkiye’nin S-400 alımı, bu işbirliğinin somut örnekleridir. Ancak, Esad’ın devrilmesi ve Rusya’nın Suriye’deki etkisinin azalması, Türkiye-Rusya ilişkilerinde yeni bir denge arayışını gerektirmiştir. Türkiye, eş-Şara yönetimini desteklerken, Rusya ile çatışmayı önlemek için diplomatik kanalları açık tutmuştur.


AK Parti dönemi Türk dış politikasında dikkat çeken bir diğer özellik, Türkiye’nin Afrika, Asya ve Latin Amerika gibi yeni coğrafyalara açılımıdır. Afrika’yla ilişkiler, 2005’ten itibaren hızlanmış, Türkiye’nin Afrika Birliği’nde gözlemci üye statüsü kazanması ve çok sayıda Afrika ülkesinde büyükelçilik açmasıyla somutlaşmıştır. TİKA ve Yunus Emre Enstitüsü gibi kurumlar, Türkiye’nin yumuşak gücünü artırmada önemli rol oynamıştır. Asya’da, özellikle Çin ve Hindistan gibi yükselen güçlerle ekonomik ilişkiler geliştirilmiş, ancak bu ilişkiler daha çok ticaret odaklı kalmıştır. Latin Amerika’ya yönelik açılım ise, diplomatik ve ekonomik bağların geliştirilmesiyle sınırlı kalmış, ancak yine de dikkat çekici bir artış göstermiştir.
2020’li yıllar, Türk dış politikasının daha da karmaşık hale geldiği bir dönem olmuştur. Türkiye, bölgesel güç olma hedefini sürdürürken, küresel güçler arasında denge politikası izlemeye devam etmiştir. Karabağ Savaşı’nda Azerbaycan’a verdiği destek, Türkiye’nin Kafkaslar’daki etkisini artırmış, Libya ve Katar’la geliştirilen stratejik ortaklıklar ise Ortadoğu’daki pozisyonunu güçlendirmiştir. Ancak, mülteci krizi, ekonomik istikrarsızlık ve iç politik kutuplaşma, dış politikada esneklik gerektirmiştir. 2023’ten itibaren Türkiye, İsrail-Filistin çatışmasında arabulucu rolü üstlenmeye çalışmış, ancak bu çabalar sınırlı başarı elde etmiştir.


Sonuç Yerine
AK Parti dönemi Türk dış politikası, genel olarak, idealist bir vizyonla başlayıp zamanla realist ve pragmatik bir çizgiye evrilmiştir. “Komşularla sıfır sorun” hedefi, bölgesel çatışmalar ve küresel güç rekabetleri nedeniyle tam anlamıyla gerçekleşmemiş, ancak Türkiye, bölgesel bir aktör olarak ağırlığını artırmıştır. Suriye’de Esad’ın devrilmesi ve Ahmed eş-Şara’nın liderliğinde yeni bir yönetimin kurulmasında Türkiye’nin oynadığı kritik rol, bu ağırlığın somut bir göstergesidir. Karşılaşılan zorluklar, özellikle Suriye krizi, mülteci meselesi ve ABD ile gerilen ilişkiler, Türkiye’nin dış politikada esnek ve çok yönlü bir yaklaşım benimsemesine yol açmıştır. 2025 itibarıyla, Türkiye’nin dış politikası, tarihsel mirası, jeopolitik konumu ve iç dinamikleriyle şekillenmeye devam etmektedir. Bu süreçte, Türkiye’nin küresel ve bölgesel düzeyde denge politikası izlemeye devam etmesi muhtemeldir.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çerezler