Bahadır Gönül
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. İsrail’in Gazze’deki Soykırım Politikası: Yerleşimci Sömürgecilik

İsrail’in Gazze’deki Soykırım Politikası: Yerleşimci Sömürgecilik

featured

İsrail’in Gazze Şeridi’nde yıllardır sürdürdüğü politikalar, Filistin halkının sistematik olarak yerinden edilmesi, yaşam koşullarının kasıtlı olarak yok edilmesi ve toplumsal varlığının tehdit altına alınmasıyla, yerleşimci sömürgecilik ve soykırım suçlarının açık bir tezahürüdür. Yerleşimci sömürgecilik, yalnızca toprağın ele geçirilmesi değil, aynı zamanda yerli halkın fiziksel, kültürel ve toplumsal olarak ortadan kaldırılması üzerine kurulu bir sömürgecilik biçimidir. Gazze Şeridi, bu bağlamda, İsrail’in Filistin halkına karşı yürüttüğü etnik temizlik ve soykırım politikalarının en acımasız uygulandığı coğrafyalardan biridir. Bu makalemizde, İsrail’in Gazze’deki suçlarını, yerleşimci sömürgecilik çerçevesinde ve Filistin halkının adalet arayışını merkeze alarak, kanıtlarla ve akademik bir üslupla inceleyeceğiz.

Yerleşimci Sömürgecilik Kavramı ve İsrail’in Gazze’deki Etnik Temizlik Politikaları


Yerleşimci sömürgecilik, Patrick Wolfe’un (2006) tanımladığı üzere, “yerli halkın ortadan kaldırılması” ve toprağın kalıcı olarak ele geçirilmesi üzerine kurulu bir sömürgecilik modelidir. İsrail’in Filistin topraklarındaki varlığı, 1948 Nakba’sıyla başlayan ve yüzbinlerce Filistinlinin zorla yerinden edilmesiyle şekillenen bu paradigmanın açık bir örneğidir. Gazze Şeridi, Nakba’dan bu yana, Filistinlilerin sığındığı bir mülteci kampı haline gelmiş, ancak İsrail’in 1967’de bölgeyi işgal etmesi ve 2005’te yerleşim yerlerini taktiksel olarak boşaltmasına rağmen devam eden abluka, Gazze’yi bir açık hava hapishanesine dönüştürmüştür. Bu süreç, yerleşimci sömürgeciliğin temel hedefini, yani Filistin halkını kendi topraklarından kopararak varlığını yok etmeyi, açıkça ortaya koymaktadır. İsrail’in 2005’te Gazze’den çekilmesi, genellikle bir “barış jesti” olarak sunulsa da, gerçekte bu, fiziksel yerleşimlerin yerini daha sofistike bir kontrol rejimine bırakmasıdır. İsrail, hava sahası, deniz yolları ve sınırlar üzerindeki mutlak hakimiyetiyle, Gazze’yi bir gettoya çevirmiş ve Filistinlilerin yaşam hakkını sistematik olarak gasp etmiştir. Bu durum, Filistinli tarihçi Nur Masalha’nın (2012) “sürekli Nakba” kavramıyla uyumludur; İsrail’in politikaları, Filistin halkını sürekli bir yerinden etme ve yok etme sürecine tabi tutmaktadır. Gazze’deki 2 milyonu aşkın nüfusun %70’inin mülteci statüsünde olması, İsrail’in yerleşimci sömürgecilik projesinin, Filistinlileri kendi vatanlarında yabancılaştırdığının somut bir kanıtıdır.

İsrail’in Gazze’deki Soykırım Suçları: Fiziksel ve Yapısal Şiddetin Kanıtları


İsrail’in Gazze’deki askeri operasyonları, soykırım suçunun açık bir göstergesidir. 1948 BM Soykırım Sözleşmesi, soykırımı, bir grubu tamamen veya kısmen yok etmek amacıyla gerçekleştirilen eylemler olarak tanımlar ve bu eylemler arasında “ciddi bedensel veya zihinsel zarar verme” ile “grubun fiziksel varlığını ortadan kaldırmaya yönelik yaşam koşullarını kasıtlı olarak kötüleştirme” yer alır. İsrail’in 2008-2009 (Dökme Kurşun), 2014 (Koruyucu Hat), 2021 ve 2023-2024’teki askeri operasyonları, bu tanıma uyan suçları bariz bir şekilde ortaya koymaktadır. Örneğin, 2023-2024 bombardımanlarında, Birleşmiş Milletler verilerine göre, 40 binden fazla Filistinli öldürülmüş, 100 binden fazlası yaralanmış ve Gazze’nin altyapısının %70’i yok edilmiştir. Hastaneler, okullar, camiler ve sivil yerleşim alanları kasıtlı olarak hedef alınmış, bu da İsrail’in yalnızca “terörle mücadele” değil, Filistin halkının kolektif varlığını yok etme niyeti taşıdığını göstermektedir. Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi kuruluşların raporları, İsrail’in orantısız güç kullanımını ve sivil hedeflere yönelik saldırıları belgeleyerek, bu eylemlerin savaş suçu ve soykırım kapsamına girdiğini doğrulamaktadır. Özellikle, fosfor bombaları gibi yasaklanmış silahların kullanımı ve çocuk ölümlerinin yüksek oranı, İsrail’in Filistinli nüfusu sistematik olarak hedef aldığının kanıtıdır. Ilan Pappé’nin (2017) “artımlı soykırım” kavramı, bu süreci tam olarak ifade eder: İsrail, Gazze’de Filistinlileri anlık bir katliamla değil, sürekli ve sistematik bir şekilde yok ederek soykırım suçunu işlemektedir. Bu yapısal şiddet, Filistin halkının fiziksel ve psikolojik direncini kırmayı hedefleyen bir yerleşimci sömürgecilik stratejisidir.

Abluka: Gazze’yi Yaşanmaz Kılan Ekonomik ve Sosyal Soykırım


İsrail’in 2007’den bu yana Gazze’ye uyguladığı abluka, Filistin halkına karşı işlenen soykırım suçunun en açık biçimlerinden biridir. Abluka, Gazze’ye mal ve insan hareketini kısıtlayarak, gıda, ilaç, yakıt ve inşaat malzemeleri gibi temel ihtiyaçlara erişimi engellemiştir. Dünya Bankası’nın 2023 raporuna göre, Gazze’de işsizlik oranı %52’ye ulaşmış, yoksulluk oranı ise %80’i aşmıştır. Temiz suya erişim neredeyse tamamen ortadan kalkmış, elektrik kesintileri günde 20 saati bulmuş ve sağlık sistemi çökmüştür. Birleşmiş Milletler’in 2015’te yayımladığı bir rapor, Gazze’nin 2020’ye kadar “yaşanmaz” hale geleceği uyarısında bulunmuş, bu öngörü fazlasıyla gerçekleşmiştir. Abluka, yalnızca ekonomik bir kısıtlama değil, aynı zamanda Filistin halkını yaşam kaynaklarından mahrum bırakarak varlığını tehdit eden bir soykırım aracıdır. İsrail’in, Gazzelilerin kalori alımını hesaplayarak gıda girişini sınırladığına dair belgeler (örneğin, 2008’de ortaya çıkan “kırmızı çizgi” politikası), bu ablukada kasıtlı bir niyet olduğunu açıkça ortaya koyar. Bu, soykırım tanımındaki “yaşam koşullarını kasıtlı olarak kötüleştirme” maddesinin doğrudan ihlalidir. Yerleşimci sömürgecilik bağlamında, abluka, Filistinlileri kendi topraklarında ekonomik ve sosyal olarak bağımlı hale getirerek, onları topraktan ve hayatta kalma araçlarından koparmayı amaçlar. Gazze’deki çocuklar arasında yetersiz beslenme oranlarının %30’u aşması ve kronik hastalıkların yaygınlaşması, İsrail’in bu politikalarının Filistin toplumunu uzun vadede yok etmeyi hedeflediğini kanıtlar.

Toprak Kontrolü ve Yerinden Etme: Filistinlilerin Gazze’deki Hapsedilişi

İsrail’in Gazze üzerindeki mutlak kontrolü, yerleşimci sömürgecilik projesinin toprağın ele geçirilmesi hedefini açıkça ortaya koymaktadır. 2005’te yerleşim yerlerinin boşaltılması, İsrail’in Gazze’den çekildiği yanılsamasını yaratmış, ancak gerçekte bu, fiziksel yerleşimlerin yerini daha yoğun bir askeri ve stratejik tahakküme bırakmıştır. İsrail, Gazze’nin hava sahası, deniz yolları ve sınırları üzerinde tam kontrol sağlayarak, Filistinlilerin hareket özgürlüğünü tamamen ortadan kaldırmıştır. Sınır bölgelerindeki “tampon zonlar” ve balıkçılık alanlarının kısıtlanması, Gazzelilerin tarım ve balıkçılık gibi geleneksel geçim kaynaklarından mahrum bırakılması anlamına gelir. Örneğin, OCHA’nın 2022 raporuna göre, Gazze’deki tarım arazilerinin %35’i tampon zonlar nedeniyle kullanılamaz hale gelmiştir. Bu, Filistinlilerin kendi topraklarında ekonomik olarak sürdürülemez bir duruma itildiğini gösterir. Ayrıca, İsrail’in Gazze’ye yönelik sık sık düzenlediği askeri operasyonlar, sivil nüfusu yerinden etmeye ve yaşam alanlarını yok etmeye devam etmektedir. 2023-2024 bombardımanlarında, 1,9 milyon Gazzelinin yerinden edildiği ve evlerinin %60’ının yıkıldığı rapor edilmiştir. Bu, yerleşimci sömürgeciliğin temel hedeflerinden biri olan yerli halkın topraktan koparılmasının açık bir örneğidir. Gazze’nin 365 kilometrekarelik küçük bir alana sıkışmış 2 milyonu aşkın nüfusu, İsrail’in Filistinlileri kendi vatanlarında bir iç sürgüne mahkum ettiğini göstermektedir.

Uluslararası Hukuk ve İsrail’in Sorumluluğu: Adaletin Engellenmesi


İsrail’in Gazze’deki suçları, uluslararası hukuk çerçevesinde açıkça savaş suçu, insanlığa karşı suç ve soykırım olarak sınıflandırılabilir. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) 2021’de Filistin’deki durumla ilgili soruşturma başlatması ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nin İsrail’in eylemlerini defalarca kınaması, bu suçların ciddiyetini ortaya koyar. Ancak, İsrail’in uluslararası toplumdaki güçlü müttefikleri, özellikle ABD’nin veto gücü, bu suçların yargılanmasını engellemiştir. BM Genel Kurulu’nun 2018’de Gazze’deki Büyük Geri Dönüş Yürüyüşü sırasında İsrail’in silahsız protestoculara yönelik katliamını kınayan kararı, 120’ye karşı 8 oyla kabul edilmiş, ancak uygulanmamıştır. Bu, İsrail’in cezasız kalmasının uluslararası sistemdeki adaletsizliğin bir sonucu olduğunu gösterir. Akademisyenler, özellikle Rashid Khalidi ve Norman Finkelstein, İsrail’in Gazze’deki politikalarını soykırım olarak nitelendirerek, bu eylemlerin yalnızca güvenlik kaygılarından değil, Filistin halkını sistematik olarak yok etme niyetinden kaynaklandığını savunmaktadır. İsrail’in “terörle mücadele” söylemi, bu suçları meşrulaştırma çabası olarak görülmelidir; zira sivil kayıpların yüksekliği ve altyapının kasıtlı olarak hedef alınması, bu eylemlerin Filistin halkını kolektif olarak cezalandırmayı amaçladığını kanıtlamaktadır.

Sonuç: Filistin’in Adalet Mücadelesi ve İsrail’in Suçlarının İfşası

İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki politikaları, yerleşimci sömürgecilik ve soykırım suçlarının açık bir örneğidir. Abluka, askeri operasyonlar, toprak kontrolü ve yerinden etme politikaları, Filistin halkını kendi vatanında yok etmeye yönelik sistematik bir projenin parçalarıdır. Gazze’deki 2 milyonu aşkın Filistinli, İsrail’in soykırım politikalarının doğrudan mağdurudur ve bu suçlar, uluslararası hukukta açıkça belgelenmiştir. Ancak, uluslararası toplumun sessizliği ve İsrail’in cezasız kalması, Filistin halkının adalet arayışını engellemektedir. Gazze, yalnızca bir çatışma bölgesi değil, aynı zamanda Filistin halkının direnişinin ve insanlık onurunun sembolüdür. İsrail’in yerleşimci sömürgecilik projesi, Filistinlilerin topraklarındaki haklı varlığını ortadan kaldıramayacaktır; zira Filistin halkı, tüm bu suçlara rağmen, özgürlük ve adalet mücadelesine devam etmektedir. Uluslararası toplum, bu suçlara karşı sessiz kalmayı bırakmalı ve Filistin halkının yanında yer almalıdır.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çerezler