(AA) – İSTANBUL (AA) – AİŞE HÜMEYRA AKGÜN – Devlet sanatçısı unvanını 1998’de alan Ahmet Özhan, “Ayakta durduğum sürece hem klasik hem tasavvuf müziğinin ritüelleri ve maneviyatı adına her zaman hizmette olarak final yapmayı arzu ederim.” dedi.
Kültür, sanat, bilim, spor, siyaset ve iş dünyasının duayen isimlerini “Türkiye’nin Çınarları” projesi kapsamında fotoğraflayan Anadolu Ajansı, Türk sanat ve tasavvuf müziği sanatçısı, oyuncu, aynı zamanda Pir Nurettin Cerrahi Tekkesi’nin son postnişini Özhan ile bir araya geldi.
Hayat hikayesini AA muhabirine anlatan 73 yaşındaki sanatçı, mübadele döneminde, ailesinin Bulgaristan’ın Silistre şehrinden Eskişehir’in bir köyüne yerleştiğini ve çiftçilik yaptığını söyledi.
Özhan, babasının okuma isteği dolayısıyla ailenin şehir merkezine geçtiğini kaydederek, enstitüyü bitirdikten sonra babasının polis olduğunu dile getirdi.
Anne ve babasının Sinop’ta tanıştığını belirten Özhan, “Babam, her haksızlığa yürüyen bir insandı. O yüzden de çok tayin olurdu hatta sürerlerdi. Ben de bu münasebetle Urfa’da dünyaya gelmişim. Her kardeş farklı bir yerde dünyaya gelmiş. Benim kısmetime de Urfa düşmüş. Ama çok şanslı bir düşüş. Orada doğmak bana bir Urfa aidiyeti verdi. Urfa, hem kentsel hem manevi hem de edebi açıdan çok yüksek derecede bir kültür beşiği olmasından dolayı bana bir kimlik kazandırmıştır. Urfalıyım demeyi severim.” diye konuştu.
Çocukluk yıllarının Karamürsel’de geçtiğini, konservatuvara girmek üzere 1967’de İstanbul’a geldiğini aktaran sanatçı, “Ailede başka bir şey olamayacağım anlaşıldı. ‘Bundan ne mühendis, ne doktor olur. Durmadan ağustos böceği gibi ötüp duruyor. Bari yaptığı işin tahsilini görsün.’ dediler. Ablam beni konservatuvara girmeye ikna etti. Konservatuvarla beraber eş zamanlı Üsküdar Musiki Cemiyetine dahil oldum. Sonra birden 18 yaşındayken kendimi sahnede buldum. O gün bugün profesyonel olarak çalışıyorum.” ifadelerini kullandı.
“Nefsimi çok meşgul edecek şeylerle karşılaştım”
Sanat hayatının ilk yıllarından bu yana tempolu, çok renkli ve keyifli geçtiğine işaret eden Özhan, şu bilgileri verdi:
“Kah kederli, kah keyifli bir ömür. 56 seneden (sanat hayatı) bahsediyoruz. Yarım asırdan fazla deneyim, tecrübe. Ama çok çalkantılı, daha doğrusu nefsaniyetin çok önde olduğu, şimdilerde tamamen gündemimden çıkarmaya çalıştığım ne varsa, genç yaşta hepsinin oluk oluk bana doğru aktığı bir zaman. Yakışıklı bir çocuktum. Nefsimi çok meşgul edecek şeylerle karşılaştım. Ama 24 yaşımdayken tekkeye geldim. Burayla ilişki içerisinde olmanın, buranın varlığı tanıtması ve varlıkla nasıl entegre olunacak bir ahlaka sahip olunması açısından Muzaffer (Ozak), Safer (Dal) Efendimden aldığım feyzlerle o tehlikeli zamanları, çok teğet geçerek atlattım diyebilirim. 20’li yaşların sonunda burada edindiğim tecrübe ve repertuvar zenginliği sonunda, ‘Ben bunu neden insanlarla paylaşmayayım?’ düşüncesinde oldum. Netice itibarıyla o sıralar verdiğim Güldeste Konserleri repertuvarına 10, 15 dakikalık bir tasavvuf müziği eklentisi yaptım. Ama öyle bir ilgi gördü ki tek başına tasavvuf müziği konserlerine dönüştü. Halkımızın buna ne kadar susamış olduğunu deneyimledim.”
– “Hem zikrediyor hem iş yapıyor hem hizmet ediyordum”
Sanatçı Özhan, zamanla tasavvuf müziğinin Türkiye’nin yanı sıra Avusturya, Japonya ve ABD’nin de aralarında bulunduğu birçok ülkede ilgi gördüğünü ve bu ülkelerde de konserler verdiğini kaydederek, “Bu çalışma devlet tarafından da dikkatle takip edildi. Kültür ve Turizm Bakanlığınca 1980’li yılların ortasında bir birim haline dönüştü. Bizim de arzu ettiğimiz buydu. Benim özel çalışmalarım 1984’te başladı. 1990’ların başında da topluluk (İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu) kuruldu. 8 sene ben tek başıma koşuşturdum.” dedi.
Bir dönem oldukça yoğun tasavvuf müziği konserleri ve çalışmalarına odaklandığını, bu sürede de şarkı söylemediğini belirten ünlü sanatçı, “Ama çok mutluydum, hem zikrediyor hem iş yapıyor hem hizmet ediyordum. İşim, aşım, aşkım bir araya gelmişti.” değerlendirmesinde bulundu.
Özhan, Pir Nurettin Cerrahi Tekkesi’nin kendisinden önceki postnişini Ömer Tuğrul İnançer’le Üsküdar Musiki Cemiyetinde tanıştığını aktararak, şunları söyledi:
“Sohbet arkadaşı olduk. Sohbetimiz de Allah üzerineydi. Ben 17 yaşındaydım. O, 21 yaşındaydı. Ben konservatuvara gidiyordum. O, hukuk fakültesine gidiyordu. Olaylı yıllar… 1968 kuşağıyız. Uzun zaman onlar mezun olamadı. Çünkü okullar kapandı. Ama çalışıyordu, sık sık bir araya gelir bol bol sohbet ederdik. Arkadaşlığımız hep devam etti. O da musikiye benden daha çok meraklıydı. Hayatım boyunca sanat kulvarında ne yaparsam onunla paylaşmışımdır. Beraber ‘Şarkılar Seni Söyler’ diye senelerce bir televizyon programı yaptık. Sonra Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek, benim bir tasavvuf müziği konserimi izleyip, benimle görüşmek istedi. ‘Hemen kadronu yap gel. Bunu Kültür Bakanlığında kuralım.’ dedi. Ömer hocayla paylaştım. O da yardımcı oldu. Sonra o İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğunun müdürlüğünü, ben de sanat yönetmenliğini üstlendim. Benden 4 yıl önce o emekli oldu. Sonra da ben emekli oldum. Şimdi de kardeşlerimiz topluluğu devam ettiriyor. İşte o ilk tanıştığımız zamanlar, 1974 yılı, ramazanda bir gün bana ‘Gel bu akşam seni bir yere teravihe götüreyim.’ dedi. O gün buraya (tekkeye) geldim, hala da buradayım. Bir yere de gidesim yok.”
“Hizmet, dünyanın en güzel şeyi”
Cerrahi Tekkesi’nin kendi hayatına birçok olumlu katkısı olduğunun altını çizen Özhan, şunları anlattı:
“Burada dünya güzeli abilerimiz, babalarımız oldu. Onlarla beraber olmak yeter zaten. 25 sene Safer Efendimle, 11 sene Muzaffer Efendimle beraber olduk. Aynı zamanda Ömer hocam vardı. Şimdilerde biz debeleniyoruz. Hizmet, dünyanın en güzel şeyi. Her şey varlığı algılamak ve algıladığın devinimine entegre olmak demek. Bunun sağlıklı haline İslam denir. İslam konsepti içerisinde bunu kemale doğru götürme çalışmalarına da tasavvuf denir. Hamdüsenalar olsun, hayatımın çok büyük bir kısmını buranın (tekkenin) bereketiyle bu yolda karınca kararınca geçirdim. Hatalarımız olmuştur ama fark etmişizdir, geri dönebilmişizdir, istiğfar edebilmişizdir. Halen konsantrasyonumuz bozulmadan devam ediyoruz.”
Usta sanatçı, Türk Tasavvuf Musiki ve Folklorunu Yaşatma Araştırma Vakfı bünyesinde yazma eserlerin de yer aldığı büyük bir kütüphane kurduklarını dile getirerek, üst düzey bir donanımla hazırlanan kütüphanenin çalışmalarının devam ettiğini vurguladı.
Vakıf etkinlikleri kapsamında akademisyenlere özel dersler yaptıklarını söyleyen Özhan, haftanın 3 günü didaktik ve manevi dersler olduğunu, cumaları da zikir talimleri yaptıklarını kaydetti.
Ahmet Özhan, bugüne kadar Mevlevi semahından başka bir zikir çeşidinin pek bilinmediğine işaret ederek, “Ama devrani, kıyami, semahi ve kuudi de var. Var da var. Bunların hepsini çalışmak bizim işimiz. Çünkü burası Türk Tasavvuf Musiki ve Folklorunu Yaşatma Araştırma Vakfı, yani bütün bu işlerin namusu bizden sorulur. Onun için biz araştırıyor, çalışıyoruz. Cuma günleri de gece yarılarına kadar devam eden zikir talimleri var, tam manasıyla yapılabilsin diye.” şeklinde konuştu.
İleriki günlerde düzenlenecek konserlerde solist olarak sahnede olacağının altını çizen Özhan, “Ayakta durduğum sürece hem klasik hem tasavvuf müziği ve ritüelleri, maneviyatı adına her zaman hizmette olarak final yapmayı arzu ederim.” ifadesini kullandı.