Filistin’de “Başbakan” Muhammed İştiyye, 26 Şubat 2024 tarihinde istifa ettiğini açıklamıştır. Filistin devlet başkanı olarak tanınan Mahmud Abbas’ın yer aldığı “hiyerarşide” başbakan olan ve istifasını da Abbas’a sunan İştiyye, Batı Şeria’nın bazı kısımlarını yöneten bir hükümetin başbakanlığını yürütmüştür. İştiyye’nin istifası, Filistin’deki düzensiz ve parçalanmış hükümet yapısının ve temsil sorununun bir yansımasıdır[1].
Filistin Halkının Haklarının Savunulması
Geçmişten beri süregelen ve bilhassa 2023 yılının sonlarından itibaren sivilleri hedef alan saldırılarda iyice belirginleşen çifte standartlar Filistin’in içinde bulunduğu sorunları derinleştirmektedir. Temel kaynağı bazı Avrupa ülkelerinden ve ABD’den beslenen bu çifte standartlara rağmen, geçmişten beri Birleşmiş Milletlerin Filistin lehine sayılabilecek çok sayıda kararı da vardır. Birlemiş Milletler dışında başta kuruluşlarda da Filistin soruna adil bir çözüm bulunması ve Filistinlilerin haklarının savunulması gündeme gelebilmektedir. Dünyanın en büyük ikinci uluslararası kuruluşu olan İslam İşbirliği Teşkilatı doğrudan Filistin sorunu nedeniyle kurulmuş bir yapıdır. Halihazırda yaşanan krizin çözümsüzlüğü bir yandan bazı büyük ülkelerin sergilediği ikiyüzlü tutumla beslenirken, bir yandan da Filistin’in kendi haklarını ve tezlerini uluslararası camiada savunmasındaki yetersizlikler nedeniyle sürüncemede kalmaktadır. Bir halkın veya ülkenin yurtdışında temsilinde o ülkenin devletinin temsil makamları ve diyasporası önem arz etmektedir. Filistin ise bu iki bakımdan da dezavantajlı durumdadır.
Filistin’in Fiili “İktidarı” ve Temsili
Filistin yönetimi 21. Yüzyılda Gazze’de Hamas, Batı Şeria’da Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) olmak üzere başlıca iki farklı yapının elindedir. Hamas, Soğuk Savaşın son yıllarında kurulmuş, Müslüman Kardeşler (İhvan) hareketinden etkilenmiş bir hareket ve örgüttür. Daha eski olan FKÖ ise soğuk savaş döneminde “Filistin’in temsilcisi” olarak uluslararası camiada kayda değer ölçüde kabul görmüş bir yapıdır. Aslında sosyalist çizgide farklı grupların bir koalisyonu olan FKÖ, Soğuk Savaş döneminde sosyalist ve Marksist çevrelerle yakın ilişkide olmuş, Soğuk Savaş sonrasında da -belki eskisi kadar sert olmasa da- sosyalist çizgisini devam ettirmiştir.
FKÖ’nün tarihsel olarak Filistin halkının temsilcisi olarak tanınması yalnızca bir imajdan ibaret değildir. Bu sıfat FKÖ’ye bizzat Birleşmiş Milletler tarafından verilmiş, bilahare 1974’te doğrudan BM’de gözlemcilik statüsü verilmesiyle FKÖ’nün “Filistin halkının temsilciliği” sıfatı pekişmiştir. Hatta BM tarafından 2012 yılında “de facto devlet” olarak Filistin’e gözlemcilik statüsü verildiğinde de FKÖ’nün statüsü kaldırılmamış/değişmemiştir. Uzun bir dönem Filistin halkının lideri olarak tanınan Yaser Arafat, aslında 1960’lardan beri FKÖ’nün lideridir. 1993-1994 döneminde İsrail ile Filistinliler arasında imzalanan bir anlaşma ile kurulan “geçici hükümet” niteliğindeki Filistin Ulusal Yönetiminin ilk başkanı da Arafat olmuştur. Arafat’ın ardından 2005 yılında Filistin Devlet Başkanlığına 1935 doğumlu Mahmut Abbas geçmiştir. O dönemde Gazze’nin yönetimini ele almakta olan Hamas ile FKÖ arasında kısa süren bir mutabakat sayesinde Abbas göreli bir meşruiyet kazanmıştır. Böylece aslında sosyalist FKÖ’nün başkanı olan Mahmut Abbas, 20 yıla yakın bir süredir uluslararası camiada Filistin Devlet Başkanı olarak kabul görmüş durumdadır. Bu uluslararası kabul Filistin’in iç durumunu yansıtmamaktadır. Hatta Abbas’ın kendi ülkesinde gördüğü kabulden daha güçlü bir kabulü uluslararası camiada gördüğü söylenebilir.
Devletler kendi sınırları içinde ve dışında en üst düzeyde devlet başkanları tarafından temsil edildiğinden, devlet başkanı bir devletin görünen yüzü olarak da değerlendirilebilir. Bu bakımdan Filistin görünen bir yüz veya temsilciden yoksundur. Uluslararası gelişmeler karşısında bir devletin duruşu ve eylemleri de çoğu zaman o devletin başkanı ile özdeşleştirilebilmektedir[2]. Bu bakımdan Filistin’deki otorite boşluğu Filistin’in yekpare bir tavır veya duruş sergilemesine imkan vermemekedir. Bir devletin veya halkın dışarıdan/yurtdışından algılanan kimliği de onu temsil eden figürler üzerinden şekillenmektedir ki mevcut durumda Abbas, FKÖ veya Hamas’ın Filistin’in algılanışına katkı vermek bir yana zarar verdiği söylenebilir.
Filistin’in fiili durumunu ve olgularını yansıtmayan FKÖ odaklı temsil kabulü tüm eksikliklerine rağmen henüz reddedilmiş değildir. Bugün dünyanın farklı noktalarındaki resmi Filistin temsilcilikleri de aslında FKÖ’nün, böylece Filistin’in az bir kısmının iktidarını elinde tutan bir yapının temsilciliğidir. Hakeza son süreçte dahi bu durum değişmiş veya tartışmaya açılmış değildir. Tersine, Filistin’deki kriz gündemiyle 11 Kasım 2023 günü Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Birliği (Arap Ligi) de Filistin’deki mevcut siyasi karmaşanın FKÖ omurgasında çözümlenmesi ve bu temelde birlik sağlanması çağrısında bulunmuştur. Böylece Filistin’deki mevcut karmaşık iktidar yapısının kendi içinde çözümlendirilmesi gibi gerçekleştirilebilirliği ve etkinliği şüpheli bir yaklaşım şaşırtıcı şekilde hala genişçe itibar görebilmektedir.
FKÖ’nün Filistin’in İmajına Verdiği Zarar
FKÖ’yü oluşan gruplar için (örneğin El-Fetih ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi) sosyalizm ve Arap milliyetçiliğinin farklı sentezleri ideolojik temeli oluşturmaktadır. Bu durum, geçmişte Soğuk Savaş şartlarında PKK ve ASALA da dahil olmak üzere Türkiye’nin geçmişten bugüne mücadele ettiği pek çok terör örgütünün FKÖ kamplarında eğitim almasına imkan vermiştir[3]. Daha güncel olarak örneğin Mahmut Abbas’ın Uygurlara “terörist” demesi, müslüman ülkelere husumet besleyen bazı ülkelerle yakınlaşma tavırları veya İkinci Karabağ Savaşında tarafsızlık ilan edilmesi gibi Filistin’in “sözde” temsilcilerinin Türkiye’nin ve İslam aleminin başka değerlerine saygısız/saldırgan söylemleri de Filistin’in imajına zarar vermektedir. Böylece Filistin ile Filistin’in doğal müttefiki olabilecek ülkeler arasına dahi nifak tohumları ekilmektedir.
Değerlendirme
Filistin halkının gerçek manada demokratik bir temsile ve dar ideolojik çerçevelerle sınırlanmamış temsilcilere duyduğu ihtiyaç İsrail’in mevcut katliamları karşısında bir kez daha öne çıkmaktadır. Hakeza, 90 yaşına yaklaşan ve iç meşruiyeti tartışmalı Mahmut Abbas’ın bir devlet başkanı olarak ülkesinin menfaatlerini savunma bakımından bir ağırlığı yoktur. Bununla birlikte Mahmut Abbas’ın yerine yeni bir devlet başkanı seçilmesi veya yeni bir yönetim teşkilatı oluşturulması da kısa zaman içinde mümkün görünmemektedir. İsrail’in saldırılarının yoğunlaştığı Gazze’yi kontrol eden Hamas zaten uzun zamandır Abbas’ın meşruiyetini ve yetkisini kabul etmemektedir. Hatta Hamas, yalnız İsrail için değil, Abbas için de bir düşman konumundadır. Tüm bu bileşenler Abbas’ın mevcut kriz karşısında işe yaramaz bir duruma düştüğüne işaret etmektedir.
Soğuk savaş mirasçısı bir takım grupların, ellerinde silahlar varken aldıkları oylarla demokratik bir temsil sıfatı kazanmaları mümkün değildir. Filistin kan ağlarken uluslararası camiada Filistin’in sesinin tam manasıyla duyulamaması, sesini duyuracak Filistinlilerin söz sahibi olmaması ile de ilişkilidir. Aslında bu durum, Filistin’in devletleşmesi sorununu da tekrar gündeme getirmektedir. BM’nin tam üyesi olan ve meşru devlet başkanına (ve hükümete) sahip bir Filistin, İsrail’in saldırganlığı karşısında pek çok bakımdan daha iyi mücadele edebilecektir. En azından uluslararası sahnede haklarını daha iyi savunarak mevcut çifte standartların üzerine gidebilecektir.
[1] İştiyye’nin istifasını duyururken yaptığı açıklama, Filistin’deki hükümet ve temsil soruna işaret etmiştir: “(Gazze Şeridindeki durum) ulusal temelde Filistinliler arası bir uzlaşıya duyulan acil ihtiyacı, geniş katılımı, safların birliğini ve Filistin toprakları üzerinde otorite birliğini (…) gerektiriyor“
[2] Buna örnek olarak Birinci Körfez Savaşının baba Bush-Saddam, İkinci Körfez Savaşının oğul Bush-Saddam ve İkinci Ukrayna Savaşının da Putin-Zelenskiy ikilileri ile özdeşleştiği gözlenebilir.
[3] Bugün için Türkiye’de Filistin ile ilgili algıdaki olumsuz öğelerden bir kısmı FKÖ’nün bu mirasına dayanmaktadır.